top of page

 

Öncesi

 

     1979 yılında İstanbul’da doğdum. Tamamen eğitim ve başarı odaklı bir ortam içerisinde yetiştim; Üsküdar Amerikan Lisesi’ni, ardından da, Koç Universitesi Uluslararası İlişkiler lisans programını bitirdim. Öğrenciliği, okumayı-yazmayı seven, kurumsal iş hayatına atılmaya hevessiz biri olarak mezun olduğumda vakit kaybetmeden Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler master programına başladım. Tezimi tamamlayıp da programdan mezun olduğumda akademisyenliğin hiç de bana göre olmadığına kesin karar vermiştim. Birçok yaşıtımın aksine kurumsal dünyada olmaya hala can atmıyor, önüme net kariyer hedefleri koyamıyordum. Tam da bu sırada yurtdışı eğitim danışmanlığı konusunda çalışan bir şirketten gelen iş teklifini pek de fazla düşünmeden kabul ederek tamamen farklı bir dünyaya adım attım. Patronlarım dahil etrafımdaki hemen herkesin “geçici” olarak yaptığımı düşündüğü işte dokuz yıl boyunca çalıştım. Eğitim konusunu, ama ondan da öte öğrencilerle çalışmayı, onlar geleceklerini şekillendirirken bu sürecin bir parçası olmayı hep sevdim. Bununla beraber içimdeki “daha başka, daha farklı bir şeyler yapmalıyım” duygusu, daha farklı bir manevi tatmin arayışı peşimi hiç bırakmadı; neyin arayışında olduğumu bilmemekten kaynaklanan tıkanmışlık hissi ise giderek arttı.

 

 

 

Sonrası

 

Yüz felciniz başlamış, farkında mısınız?”

   

      2006 yılının Kasım ayı…Yüzümde bir gariplik hissettiğim ama tam da ne olduğunu çözemeden geçirdiğim bir kaç günün ardından görmeye karar verdiğim doktorun ilk sözleri… Daha önce yaşamadığım, hiç bilemediğim bir durum…

       İşte benim “dönüşüm” yolculuğum tam da o gün başladı. Daha doğrusu başlamış. Bunu anlamam bile çok sonra oldu diyebilirim. Herşeyi başlatan aslında, o anda aklıma gelen bir konuşmaydı: 4-5 yıldır gittiğim ve saçımı keserken bana meditasyon, “enerji” gibi o zamanlar son derece alaycı bir şekilde yaklaştığım bazı konulardan bahsetmeye çalışan kuaförüm, birkaç hafta önce nasıl olduğumu sorup, kibarca beni pek de iyi görmediğini söylemişti. Teklif ettiği on dakikalık enerji seansını ise ben tabii ki çok net bir şekilde reddetmiştim, içimden, “Ne münasebet, ben gayet iyiyim” diye geçirerek.  Ama şaşkınlık ve hafif panik içerisinde doktorun karşısında oturduğum o gün, o konuşmayı kafamda çevirip durmuş, düşünmem gereken belki daha birçok önemli konu varken o olaya takılıp kalmıştım.

      Artık gayet iyi bildiğim gibi hastalığın ne olduğu hiç de önemli değildi. Önemli olan silkelenip kendime gelebilmem için sağlam bir tokat yediğimi yavaş yavaş farketmeye başlamamdı. Azıcık toparlanmaya başlar başlamaz da, kuaförümün “Artık bir şeyler yapma zamanı sence de gelmedi mi?” diyerek elime tutuşturduğu CD’deki yönlendirmeli nefes meditasyonunu yaptım. Bir saat böğüre böğüre ağlamaktan allak bullak olmuş, zaman ve mekan farkındalığımı kaybetmiş bir şekilde kendime gelmeye çalıştığımda benim için tamamen yeni bir gerçekliğin kapısı aralanmıştı.

      Takip eden yıllar ise sonsuz bir merak, sorgulama, yüzleşme, serbest bırakmaya çalışma ve farkındalık serüveni oldu. Sayısız çalışmayı, eğitimi ve hayat değişikliğini beraberinde getirdi. Dönüp baktığımda ise tüm bu arınma ve şifalanma sürecinde yoluma en çok ışık olan, bana en büyük desteği veren şeylerden biri ise şüphesiz yoga oldu.

bottom of page